Bu teorinin içeriğine bir bakalım. Bu teori de diğer büyük patlama teorilerinin hepsi gibi, evrendeki bütün maddenin tek bir noktada yoğunlaştığı hipotezinden yola çıkar. Buradaki temel hata, evrenin gözlemlenebilir evrene eşit olduğunun, ve maddenin içinden geçtiği tüm farklı evreleri, dönüşümleri ve farklı durumları hesaba katmaksızın evrenin tüm tarihini lineer bir süreç olarak yeniden kurmanın mümkün olduğunun tasavvur edilmesidir.
Diyalektik materyalizm evreni Einstein ya da Newton gibi statik veya sürekli “denge” durumunda bir varlık olarak değil, sonsuz bir varlık olarak kavrar. Madde ve enerji yaratılamaz veya yok edilemez; periyodik patlamaları, genişleme ve daralmaları, itme ve çekmeleri, hayat ve ölümü içeren sürekli bir hareket ve değişim süreci içindedir. Bir veya birçok büyük patlama düşüncesi aslında olmayacak bir şey değildir. Buradaki sorun bambaşka bir şeydir; sorun, gözlemlenmiş kesin bir olgunun (Hubble’ın kırmızıya kayışı gibi) mistik bir yorumu ve evrenin yaratılışı hakkındaki dini fikirleri bilimin içine arka kapıdan sokma girişimidir.
Öncelikle, evrendeki tüm maddenin “sonsuz yoğunluğa” sahip tek bir noktada yoğunlaşmış olması gerektiği düşünülemez. Bunun ne anlama geldiğinde net olalım. İlkin, sonlu bir uzaya sonsuz miktarda madde ve enerji koymak imkânsızdır. Sadece soruyu ortaya atmak bile onu yanıtlamak için yeterlidir. “Ah! der büyük patlamacılar, fakat evren, Einstein’in genel görelilik teorisine göre sonsuz değil, sonludur.” Eric Lerner kitabında Einstein’ın denklemlerinin sonsuz sayıda farklı evreni mümkün kıldığına işaret eder. Friedmann ve Lemaître birçok denklemin genişleyen evren sonucuna çıktığını gösterdi. Ancak hiçbir surette bu denklemlerin hepsi bir “tekillik” durumunu ima etmez. Yine de Guth ve ortaklarının dogmatik bir biçimde ileri sürdükleri varyant budur.
Evrenin sonlu olduğunu kabul etsek bile, “tekillik” düşüncesi bizi açık bir şekilde hayali nitelikte sonuçlara götürür. Görebildiğimiz evrenin ufak bir köşesini evrenin tümü olarak ele alırsak –ki bu hiçbir mantıksal ve bilimsel temeli olmayan keyfi bir kabuldür– her biri yaklaşık 100 milyar ana yıldız (bizim güneşimiz gibi) silsilesi içeren, 100 milyardan fazla galaksiden bahsediyoruz demektir. Guth’a göre, bu maddenin hepsi tek bir protondan daha küçük bir yerde yoğunlaşmış durumundaydı. Madde, saniyenin trilyonda birinin trilyonda birinin trilyonda birinin milyarda biri kadar bir sürede, trilyon kere trilyon kere trilyon derece sıcaklığındayken, sadece tek bir alan ve sadece bir çeşit tanecik etkileşimi vardı. Evren genişleyip sıcaklık düştükçe, farklı alanların, ilk basitlik durumundan “yoğunlaşmış” olduğu farz edilir.
Böylesi eşi benzeri görülmemiş bir genişlemeyi harekete geçirecek enerjinin nereden geldiği sorunu ortaya çıkar. Bu bilmeceyi çözmek için Guth, bazı teorik fizikçiler tarafından varlığı öngörülen, ancak en küçük bir deneysel kanıta bile sahip olmayan, her yerde ve her zaman hazır bulunduğu varsayılan bir kuvvet alanına (“Higgs alanı”) başvurdu. Eric Lerner şu yorumda bulunur:
- Guth’un teorisinde, bir boşluk içinde bulunan Higgs alanı, gerekli tüm enerjiyi hiçlikten –ex nihilo– üretir. Onun ortaya koyduğu şekliyle evren, Higgs alanının lütfettiği büyük bir “bedava öğle yemeği”dir.*
_____________________
* E. J. Lerner, The Big Bang Never Happened, s.158.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder